6 Şubat 2013 Çarşamba
03:59
sabahtan
’LAL Gece’ adlı filmle uzun bir aradan sonra yeniden sinemaya dönen İlyas Salman, Antalya ’da katıldığı filminin söyleşisinde Brad Pitt’ten daha yakışıklı olduğunu belirterek, "Brad Pitt beni görseydi dünyayı terk ederdi" dedi. Söyleşide yönetmen Reis Çelik’in İlyas Salman’ı "Müzede buldum’ sözlerine ise Salman, "Ben hiçbir zaman müzelik olmadım" diye cevap verdi.
Antalya’da 49’uncusu düzenlenen Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’ne katılan Türk sinemasının ünlü isimi İlyas Salman, başrolünü oynadığı ’Lal Gece’ filmini Antalya Kültür Merkezi Aspendos Salonu’nda seyircilerle birlikte izledikten sonra filmin yönetmeni Reis Çelik ile birlikte söyleşiye katıldı.
Moderatörlüğünü Emine Uçar İlbuğa’nın yaptığı söyleşide filmin yönetmeni Reis Çelik, "Özellikle bu ülkede yerini bulamadığımız, değerini bilemediğimiz, ezdiğimiz kadınlara teşekkür ediyorum" dedi. Toplumda kadınların hep ezildiğine vurgu yapan Çelik, "Bu filmi yapma derdimiz de buradan çıktı, erkekler olarak o kadar çok ayıbımız çoğaldı ki, sokaklarda yüzümü kapatıyor oldum. Hiçbir cins dişiliği ya da erkekliğinden dolayı birbirinden utanmaz. Ama birbirimize haksızlık ediyor, kadını iteliyorsak bugünkü çağdaş dünyada, sokaklarda ve evlerde kadına nasıl davranıldığını gördüğüm için acaba bir sanatçı olarak bu ayıbımızla yüzleşebilir miyiz diye böyle bir filme niyetlendim" dedi.
YÖNETMEN ÇELİK; ’İLYAS SALMAN’I MÜZEDE BULDUM’
Eşinin bir akrabasının gerdek hikayesinden etkilendiğini belirten Reis Çelik, filmi toplumun kendi gerçekleri ile yüzleşmesi üzerine kurduğunu kaydetti. Film için önce damadı oynayacak oyuncuyu aramakla işe başladığını anlatan Çelik, "Bir müzede gezerken bir adama, heykele rastladım. İlyas Salman’mış meğer adı, tanımazdım, bilmezdim. İlyas Salman’ı şaka gibi geliyor ama ben müzede buldum. Bu ülke küstürmeye, ötelemeye, sanatçısını, yaratıcısını dışarıya kovmaya alışkın olduğu için İlyas Salman’ı da küstürmüşüz ve 24 senedir kendi köşesine çekilmiş, 24 yıldır küskündü. Daha önce küstürdüklerimizden başka bir deliyle çalışıyordum. Tuncer Kurtiz ile çalıştım. Tuncer’i barıştırdık, biraz da İlyas ağabeyi barıştıralım" diye konuştu.
SALMAN: ’BEN HİÇBİR ZAMAN MÜZELİK OLMADIM’
Söyleşide yönetmen Reis Çelik’in ’Ben İlyas Salman’ı 24 sene sonra müzede buldum’ dediğini hatırlatan Salman ise, "Ben müzeyi geziyordum. Nazım diyor ya ’müzeyi gezmek iyi müzelik olmak fena. Ben hiçbir zaman müzelik olmadım. Bazen ’oyunculuk nasıl bir şey, nedir?’ derler? Derim ki çeyrek eğitim, çeyrek yetenek, yarımda yaşam. Denize girip denizde yüzmeyi öğrenmek çok kolay da sokakta insanların arasında yüzmeyi öğrenmek çok zor. Ben 24 yıldır sokakta insanlar arasında yüzmeyi öğrenmeye çalışıyordum" dedi.
BRAD PİTT’DEN DAHA YAKIŞIKLIYIM
Lal Gece’nin Berlin Film Festivali’nde ’Gümüş ayı’ ödülü aldığını belirten yönetmen Reis Çelik, festivalde karşılaştıkları Angelina Jolie ’nin de filmi izlediğini ve çok etkilendiğini söyledi. Çelik’in konuşması sırasında "Brad Pitt bırakmadı ki Angelina ile dolaşalım" espri yapması üzerine İlyas Salman "Brad Pitt beni görseydi kesinlikle dünyayı terk ederdi. Çünkü ben daha yakışıklıyım" dedi. (dha)
03:56
sabahtan
Twitter'daki takipçilerine yaptığı paylaşımlarla gündemden düşmeyen şarkıcı Hilal Cebeci son açıklamasıyla yine adından sıkça söz ettireceğe benziyor.
Sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden yayınladığı özel fotoğraflarıyla uzun süre gündemde kalmayı başaran Hilal Cebeci bu kez organ nakli kuruluşlarına beynini bağışladığını açıkladı. Ünlü şarkıcı Twitter adresinden beynini bağışladığını işte böyle açıkladı; ''Ben beynimi bağışladım organ nakli kuruluşlarına haberiniz olsun ballarım, bana bir şey olsa bile beynim elden ele.''
5 Şubat 2013 Salı
05:02
sabahtan
Modacı Özgür Masur, Kanal D'nin sevilen dizisi “İntikam”da Beren Saat'in canlandırdığı Yağmur karakteri için özel bir elbise tasarladı.
Mint yeşili elbisenin üst bölümü için Fransız danteli kullanıldı, etek kısmı ise ipek krepten dikildi.
Dizide Yağmur, bu kıyafeti Arsoy Vakfı'nın kuruluş yıldönümü için düzenlenen gecede giyiyor ve bir anda ilgi odağı oluyor.
Yağmur'un güzelliği ve zarafetiyle herkesi etkilediği bu bölüm, 7 Şubat Perşembe akşamı saat 20.00'de ekrana gelecek.
04:53
sabahtan
Başta beslenme ve diyet uzmanları olmak üzere insan sağlığına kafa yoran tıp insanları sürekli beyaz ekmeğin fazla tüketilmemesi, onun yerine tam tahıllı, kepekli, çavdarlı ekmeğin tercih edilmesini öneriyordu. Beyaz ekmek, Başbakan Erdoğan’ın da “Sofralarımızdan kaldıralım” çıkışıyla tekrar gündeme geldi. Peki sofralarda istenmeyen beyaz ekmeğin eksikliği ne?
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Saniye Şen’e göre neden; beyaz ekmek ile tam buğday ekmeği arasında yüzde 45 ile 85 oranında vitamin ve mineral farkı olması.
“Üstelik buğdayın ruşeymi çıkartıldığında vitamin kaybı daha da çoğalıyor” diyen Prof. Şen, ekmekteki kepek oranının artırılmasının son derece yararlı olduğunu söyledi. Birçok vitamin ve mineralin, buğdayın kepeğiyle dışarıya atıldığını anlatan Şen, ruşeymi de alınmış buğdayın unlaştırılarak şeker deposu haline getirildiğini belirtti. Şen, basit şekerle şişmanlık ve kanserin ilişkisinin yıllardır bilindiğini, ekmek aracılığıyla vücuda alınan basit şekerle karaciğerin yağlandığını, vücutta insülin direncinin geliştiğini ifade etti.
RUŞEYMİ NEDEN ÖNEMLİ?
Kepek oranı artırılan ekmekte bir sonraki aşamanın, doğal bir şekilde öğütülen buğday kullanımı olması gerektiğini bildiren Şen, sözlerini şöyle tamamladı: “Buğdayın içindeki ruşeymi, kar amaçlı yaklaşımla ekmeğin raf ömrü uzasın diye çıkarıyoruz. Ruşeymin içinde DNA'ların dizaynında etkisi olan maddeler, vitaminler ve Amerikalıların kalp hastalarına reçete ettiği, güzellik kremlerine katılan 'Koenzim Q10' var. O yüzden tahılların, ekmeğin raf ömrünü kısaltacak diye insan için en yararlı ruşeym ayrılmadan öğütülmesi lazım. Beyaz ekmek ile tam buğday ekmeği arasında yüzde 45-85 oranında vitamin ve mineral farkı var. Üstelik buğdayın ruşeymi çıkartıldığında vitamin kaybı daha da çoğalıyor.”
04:51
sabahtan
“Kanserin çaresi bulundu ama büyük bir endüstri olduğu için açıklanmıyor.” Kanser hastaları ve yakınlarının onkoloji koridorlarındaki zorunlu mesailerinde sıkça dile getirdikleri bir düşüncedir bu. Peki, bu kanı gerçek olabilir mi, yoksa bir şehir efsanesinden mi ibaret?
2000’li yılların başlarında Türkiye’deki ölüm nedenlerinin % 12’si kanserden kaynaklanırken bugün rakam % 20. On yılda gerçekleşen % 8’lik bu artış, kanser tehdidinin giderek arttığının en iyi göstergesi.
Kanser bir taraftan çığ gibi büyürken, diğer taraftan da hastalıkla ilgili bilgiler kafa karıştırıcı olabiliyor. Kanserden korunmada etkili olduğu açıklanan bir şey kısa süre sonra ‘zararlı’ ilan edilebiliyor. Son günlerde sıkça konuşulan brokoli özelindeki antioksidan polemiği gibi. Bir tarafta da özellikle zamanlarının önemli kısmını onkoloji kliniklerinde geçirmek zorunda kalan kanser hastaları ve yakınlarının sık sık dillendirdiği, ”Aslında kanserin çaresini buldular ancak bu pahalı tedaviden yararlanan kesim yani uluslararası ilaç sermayedarları ve bağlı çevreler açıklanmasını istemiyor” şeklinde yaygın bir kanı var.
ntvmsnbc, 4 Şubat Dünya Kanser Günü’nde kanserdeki gidişatı ve kafaları kurcalayan soruları konunun uzmanlarına sordu. Hasta ve yakınlarının en çok merak ettiği, ‘kanserin çaresi bulundu da saklanıyor mu’ sorusuna Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip’in cevabı:
PROF. SAİP: ÇARE BULUNSAYDI AÇIKLANIRDI
“Öncelikle kanser tek bir hastalık değil. Seyri, huyu, tedavisi çok farklı olan hastalık topluluğuna verilen genel bir ad. Bu nedenle tek bir ilaçla bütün kanserlerin tedavisi mümkün değil. En sık görülen meme kanserinin bile kendi içinde bilinen en az beş çeşidi var. Ayrıca bunu keşfetmiş bir ilaç firması varsa zaten köşeyi döner, neden açıklamasın ki? Dünyanın bugün geldiği iletişimdeki gelişmeler bu tür bilgilerin gizli kalmasını imkansız kılıyor. Artık ilaç araştırmaları yapmak çok zor, büyük bir sermaye gerektiriyor. İlaç çalışmalarına getirilen kısıtlamalar nedeniyle akademisyen kaynaklı ilaç çalışmaları yapmak mümkün olmuyor. Bu nedenle daha çok ticari değeri olan çalışmalar ağırlıklı olarak yapılmakta. Hükümetler akademi kaynaklı ilaç çalışmalarını özendirecek tedbirler almalı.”
PROF. GÜLLÜ: ÇARE OLSAYDI HOCALAR KANSERDEN ÖLMEZDİ
Kanser profesörlerinin ve ilaç patronlarının da kanserden ölebildiğini belirten ve “Çare bulunsaydı, onlar ölmezdi” diyen İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. İbrahim Güllü’nün yaklaşımı, “Unutmayalım ki hastalığın tedavisini bilip de saklıyorlar denen ilaç endüstrisi patronlarının veya kanser hocalarının kendileri ya da en sevdikleri de kanserden ölebiliyor. Çare biliniyor olsa bu insanlar nasıl ölür… Bir patron kendisi veya sevdiği biri kanserden ölüyorken, ‘çareyi açıklarsam firmam zarar eder’ diye bir mantık yürütüyor olabilir mi? Ayrıca hangi ilaç endüstrisi sahibi dünyanın en zengini olmak istemez? Çünkü kanserin bir ilacı varsa hiç vakit kaybetmeden istediği fiyattan bütün dünyaya pazarlar, tüm diğer firmaları alt eder ve dünya piyasasına hakim olur, kimse itiraz da edemez” şeklinde oldu.
2000’li yılların başlarında Türkiye’deki ölüm nedenlerinin % 12’si kanserden kaynaklanırken bugün rakam % 20. On yılda gerçekleşen % 8’lik bu artış, kanser tehdidinin giderek arttığının en iyi göstergesi.
Kanser bir taraftan çığ gibi büyürken, diğer taraftan da hastalıkla ilgili bilgiler kafa karıştırıcı olabiliyor. Kanserden korunmada etkili olduğu açıklanan bir şey kısa süre sonra ‘zararlı’ ilan edilebiliyor. Son günlerde sıkça konuşulan brokoli özelindeki antioksidan polemiği gibi. Bir tarafta da özellikle zamanlarının önemli kısmını onkoloji kliniklerinde geçirmek zorunda kalan kanser hastaları ve yakınlarının sık sık dillendirdiği, ”Aslında kanserin çaresini buldular ancak bu pahalı tedaviden yararlanan kesim yani uluslararası ilaç sermayedarları ve bağlı çevreler açıklanmasını istemiyor” şeklinde yaygın bir kanı var.
ntvmsnbc, 4 Şubat Dünya Kanser Günü’nde kanserdeki gidişatı ve kafaları kurcalayan soruları konunun uzmanlarına sordu. Hasta ve yakınlarının en çok merak ettiği, ‘kanserin çaresi bulundu da saklanıyor mu’ sorusuna Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip’in cevabı:
PROF. SAİP: ÇARE BULUNSAYDI AÇIKLANIRDI
“Öncelikle kanser tek bir hastalık değil. Seyri, huyu, tedavisi çok farklı olan hastalık topluluğuna verilen genel bir ad. Bu nedenle tek bir ilaçla bütün kanserlerin tedavisi mümkün değil. En sık görülen meme kanserinin bile kendi içinde bilinen en az beş çeşidi var. Ayrıca bunu keşfetmiş bir ilaç firması varsa zaten köşeyi döner, neden açıklamasın ki? Dünyanın bugün geldiği iletişimdeki gelişmeler bu tür bilgilerin gizli kalmasını imkansız kılıyor. Artık ilaç araştırmaları yapmak çok zor, büyük bir sermaye gerektiriyor. İlaç çalışmalarına getirilen kısıtlamalar nedeniyle akademisyen kaynaklı ilaç çalışmaları yapmak mümkün olmuyor. Bu nedenle daha çok ticari değeri olan çalışmalar ağırlıklı olarak yapılmakta. Hükümetler akademi kaynaklı ilaç çalışmalarını özendirecek tedbirler almalı.”
PROF. GÜLLÜ: ÇARE OLSAYDI HOCALAR KANSERDEN ÖLMEZDİ
Kanser profesörlerinin ve ilaç patronlarının da kanserden ölebildiğini belirten ve “Çare bulunsaydı, onlar ölmezdi” diyen İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. İbrahim Güllü’nün yaklaşımı, “Unutmayalım ki hastalığın tedavisini bilip de saklıyorlar denen ilaç endüstrisi patronlarının veya kanser hocalarının kendileri ya da en sevdikleri de kanserden ölebiliyor. Çare biliniyor olsa bu insanlar nasıl ölür… Bir patron kendisi veya sevdiği biri kanserden ölüyorken, ‘çareyi açıklarsam firmam zarar eder’ diye bir mantık yürütüyor olabilir mi? Ayrıca hangi ilaç endüstrisi sahibi dünyanın en zengini olmak istemez? Çünkü kanserin bir ilacı varsa hiç vakit kaybetmeden istediği fiyattan bütün dünyaya pazarlar, tüm diğer firmaları alt eder ve dünya piyasasına hakim olur, kimse itiraz da edemez” şeklinde oldu.
04:47
sabahtan
Kozan, Hipertansiyon hastalarının tanı konulmasında bazen çok geç kaldıklarını belirterek, hastalığın ancak bazı organlara zarar verdiğinin anlaşılmasından sonra insanların tedavi için doktora başvurduklarını söyledi.
Oysaki hastalığın tanısının kolay olduğunu belirten Kozan, ''Kahve, sigara gibi uyarıcı maddeleri almadan 5-10 dakikalık dinlenme sonucu 3 farklı zamanda ölçülen kan basıncı 140/90 mmHg nin üzerinde ise hipertansiyon tanısı konur. Bazen organ hasarları sonucu yakalanabilir. Bazen bir beyin kanaması sonucu fark edilebilir. Genellikle böbrek, kalp, beyin ve göz gibi hayati organlarda hasar yapar''dedi.
Prof. Dr. Kozan, hipertansiyonun tanısının ardından tedavisinde, yaşam biçimi değişikliğinin öneminin büyük olduğunu belirterek şunları söyledi: ''Sigara bırakılması, tuzsuz diyet, kilo kontrolü ve egzersiz mutlaka yapılmalıdır. Bunların üstüne hastaya uygun olan hipertansiyon ilaçları başlanır. Hipertansiyon ilaçları son derece güvenli ilaçlardır. Yapılan spekülasyonların hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Bazı kişilerde yüksek tansiyonun en az üç ya da daha fazla ilaç almasına rağmen kontrol altına alınamadığı durumlar olduğunu ifade ediyor. En az 3 ilaç almasına rağmen kan basıncı 140/90 mmHg üstünde seyrediyorsa dirençli hipertansiyondan bahsedilebilir. Gerçek manada dirençli hipertansiyon oranı hipertansiyon olgularının yüzde 3-5'ini oluşturur.''
İNATÇI HİPERTANSİYONA RENAL DENERVASYON FRENİ
Kontrol altına alınmayan her hipertansiyonun organ hasarına yol açabildiğini belirten Prof. Kozan, bu hastaların düzenli olarak kontrollerini yaptırmaları gerektiğini ifade etti.
Kozan, dirençli hipertansiyonda Türkiye'de ve dünyada hastalara renal denervasyon yönteminin uygulandığını ve olumlu sonuçlar alındığını belirterek, ''Tüm ilaçlara rağmen kan basıncı kontrol altına alınamıyorsa (en az 3 ilaç kombinasyonu sonrası) renal denervasyon düşünülür. İşlem son derece basittir. Bir kateterle böbrek arterine girilerek çepe çevre böbrek arterinin sinirleri yakılır. Bunda amaç böbreğin sinirsel uyarımına engel olarak hipertansiyona neden olan hormonun salınmasını engellemektir. Bu sayede Kan basıncında 30/20 mmHg’lik düşmeler sağlanabilmektedir'' dedi.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)