26 Ocak 2013 Cumartesi
03:05
sabahtan
Amerikalı dedikodu yazarı Perez Hilton, Hollywood yıldızı Angelina Jolie'nin aslında başkasına âşık olduğunu öne sürdü.
İkilinin, 2004 yapımı “Büyük İskender” filminde tanıştığını iddia eden Hilton “Angelina, Colin’in her adımını takip ediyordu. Colin ise bağlanmak istemiyordu. Colin Farrell, Angelina’yı reddedince o da Jennifer Aniston’la evli olan Brad Pitt’le aşk yaşamaya başladı” dedi. Farrell, Carmen Electra ve Salma Hayek’le aşk yaşamıştı.
02:54
sabahtan
1 Eylül 1983... Karaköy Akyol Sokak, Ayfer Apartmanı...
Türk sinemasının en ünlü vamplarından Feri Cansel (Feriha Tereyağoğlu), kızı Zümrüt Tatari ve arkadaşı Pakize Songül Hay ile oturmaktadır.
Saat 23:00'te kapı çalınır. Gelen Feri Cansel'in iki yıldır birlikte yaşadığı sevgilisi Kemal Melih Ük'dür (sağdaki fotoğraf). İflasın eşiğinde olan Ük, alkollüdür ve yeniden içmeye başlar. Misafir odasında oturdukları sırada, masanın üzerindeki çamaşır makinesinin merdanesini gören 38 yaşındaki İzmirli işadamı, Feri Cansel'e "Bunun burada ne işi var? Başka yere kaldırsana" diye kızar. Cansel ise sakın bir tavırla "Nereye koyacağımı ben bilirim" diye yanıt verir.
Bu sözler sonrasında, ikili arasındaki tartışma şiddetlenerek büyür. Kemal Melih Ük ani bir hareketle koltuktan kalkarak Amerikan bara gidip, çekmeceden silah alır. Feri Cansel, bunun üzerine, "Bu adam beni öldürecek, yardım edin" diye bağırmaya başlar. Ük de, "Sen ölümü çoktan hak ettin. Başka bir sevdiğin var. Seni ona yar etmeyeceğim" diye bağırmaktadır.
Ük dediğini yapar ve 7.65'lik Kırıkkale marka silahını art arda ateşleyerek, ünlü aktristi başından üç kez vurur. Şok geçiren kızı Zümrüt, katilin üzerine atlayarak silahı elinden almaya çalışırken, bir kez daha ateş alan silahla alnından hafif yaralanır. Melih Ük, olay yerinden kaçarken, Taksim İlkyardım Hastanesi'ne kaldırılan Feri Cansel kurtarılamaz. Feri Cansel'in kızı Zümrüt de hastaneye kanlar içinde gelmiştir (alttaki fotoğraf).
Türk sinemasında, erotik furyasının sembol isimlerinden olan Kıbrıslı Feri Cansel'in yaşamı, işte böyle dramatik bir cinayetle noktalanır.
02:42
sabahtan
Türkiye'ye yıllar önce turist olarak gelen ve ülkemizden ayrılamayan Suna Yıldızoğlu, "Her şeye Liza Minnelli'ye benzemeye çalışmam neden oldu" diyor.
Güney İngiltere'nin sahil kenti Bournemouth'dan yedi yıl önce turist olarak Türkiye'ye gelen Suna Yıldızoğlu, o gün bu gündür ülkemizden ayrılamadı. Bu yedi yıl içinde özel yaşamı oldukça fırtınalı geçti. Bakın Türkiye'ye geldikten sonra neler yaptı Suna Yıldızoğlu.
1975 yılında ilk evliliğini bir Türk'le yaptı. Ancak aradığını bulamadı ve aynı yılın Şubat ayında ayrıldı. 1978'in Mart'ında sinema sanatçısı Kayhan Yıldızoğlu ile ikinci evliliğini yaptı. Aynı yıl Türk vatandaşı oldu. Bu arada «Şoför Mehmet» adlı filmle sinemaya başladı. Hemen ardından «Bir Yürek Satıldı» ve «Şıpsevdi» adlı TV filmlerinde rol aldı. Bir zamanların İngiliz Sonja'sı artık Suna Yıldızoğlu olmuştu ve herkes onu tanıyordu...
Sinemadan film teklifleri yağıyordu. Bugüne kadar da 25 filmde başrol oynadı. Derken, Almanca, İspanyolca ve Fransızca bilen sanatçı, şarkı söylemeye de başladı. Fiziği, sempatik tavırları ve düzgün İngilizcesi ile söylediği şarkılar beğenildi.
Yıldızoğlu ilk kez iki konudan söz etmek istiyordu. Neden soyunduğunu ve yasak aşkını anlatacaktı.
Söze önce soyunmasının nedenlerini açıklayarak başladı:
- «Beni herkes 'Şuh Kadın Suna' olarak tanımaya başladı... Bu yanlış izlenimi ise kendi hatalarım doğurdu. Ben sahne çalışmalarıma başladığım zaman Liza Minnelli'yi örnek aldım. Bu sanatçı show yapar, dans eder, şarkı söyler ve soyunur... Ancak Avrupa'da kimse Liza Minnelli'ye 'Şuh Kadın' demez. Ayrıca kimse ona başka gözle de bakmaz... Ne var ki pekçok kişi yaptıklarımı yanlış değerlendirdi. Böylece 'Şuh Kadın Suna' kendiliğinden doğmuş oldu. Oysa ben şuh değil, çocuk ruhlu bir kadınım. Beni çok yakından tanıyan dostlarım bunu bilirler. Beni değişik bir kişilikle yorumlamalarına üzülüyorum. Bazıları, 'Seks filmi çevirmeyecek mi?' şeklinde sorular soruyorlarmış. Ben filmlerimde öpüşüyorum ama, bunu herkes yapıyor. Filmlerde öpüşen her kadın sanatçı seks filmi çeviriyor mu?»
Güney İngiltere'nin sahil kenti Bournemouth'dan yedi yıl önce turist olarak Türkiye'ye gelen Suna Yıldızoğlu, o gün bu gündür ülkemizden ayrılamadı. Bu yedi yıl içinde özel yaşamı oldukça fırtınalı geçti. Bakın Türkiye'ye geldikten sonra neler yaptı Suna Yıldızoğlu.
1975 yılında ilk evliliğini bir Türk'le yaptı. Ancak aradığını bulamadı ve aynı yılın Şubat ayında ayrıldı. 1978'in Mart'ında sinema sanatçısı Kayhan Yıldızoğlu ile ikinci evliliğini yaptı. Aynı yıl Türk vatandaşı oldu. Bu arada «Şoför Mehmet» adlı filmle sinemaya başladı. Hemen ardından «Bir Yürek Satıldı» ve «Şıpsevdi» adlı TV filmlerinde rol aldı. Bir zamanların İngiliz Sonja'sı artık Suna Yıldızoğlu olmuştu ve herkes onu tanıyordu...
Sinemadan film teklifleri yağıyordu. Bugüne kadar da 25 filmde başrol oynadı. Derken, Almanca, İspanyolca ve Fransızca bilen sanatçı, şarkı söylemeye de başladı. Fiziği, sempatik tavırları ve düzgün İngilizcesi ile söylediği şarkılar beğenildi.
Yıldızoğlu ilk kez iki konudan söz etmek istiyordu. Neden soyunduğunu ve yasak aşkını anlatacaktı.
Söze önce soyunmasının nedenlerini açıklayarak başladı:
- «Beni herkes 'Şuh Kadın Suna' olarak tanımaya başladı... Bu yanlış izlenimi ise kendi hatalarım doğurdu. Ben sahne çalışmalarıma başladığım zaman Liza Minnelli'yi örnek aldım. Bu sanatçı show yapar, dans eder, şarkı söyler ve soyunur... Ancak Avrupa'da kimse Liza Minnelli'ye 'Şuh Kadın' demez. Ayrıca kimse ona başka gözle de bakmaz... Ne var ki pekçok kişi yaptıklarımı yanlış değerlendirdi. Böylece 'Şuh Kadın Suna' kendiliğinden doğmuş oldu. Oysa ben şuh değil, çocuk ruhlu bir kadınım. Beni çok yakından tanıyan dostlarım bunu bilirler. Beni değişik bir kişilikle yorumlamalarına üzülüyorum. Bazıları, 'Seks filmi çevirmeyecek mi?' şeklinde sorular soruyorlarmış. Ben filmlerimde öpüşüyorum ama, bunu herkes yapıyor. Filmlerde öpüşen her kadın sanatçı seks filmi çeviriyor mu?»
02:32
sabahtan
Fransa’nın başkenti Paris’te devam eden “Haute Couture” moda haftasının üçüncü gününe Fransız tasarımcı Julien Fournie’nin (38) bol dekolteli koleksiyonu damgasını vurdu.
Genç modacının 2013 İlkbahar Yazı tasarımlarında derin göğüs ve bacak dekolteleri öne çıktı. Transparan kumaş üzerine yoğun işlemeler, geometrik desenler ve kesimler, hareketli yakalarla dinamik bir koleksiyon çıkaran Fournie, gece kıyafetlerinde de enerjinin dışa vurumunu görmeyi sevdiğini söyledi. Fournie tasarımlarını futurizm, Japon kültürü ve zarafet üzerine oluşturduğunu ifade etti.
02:27
sabahtan
Kanuni Sultan Süleyman, şairdi. "Muhibbi" mahlasıyla yazdığı şiirlerini biraraya toplayan bir divanı da vardır. Şiirlerinde, Hürrem Sultan'a nasıl bir aşkla bağlı olduğu, azametli gönlünün bir kuş gibi Hürrem'in öksesinde nasıl çırpındığı görülür.
16'ncı asırda elçi olarak İstanbul'a gelen Busbecq, Hürrem'in büyü sayesinde Saray'da mevki sahibi olduğunu ve Padişah'ı nasıl kıskıvrak bağladığını mektuplarında anlatır. Zaten Osmanlı tarihinde yabancılar tarafından tanınan ilk Padişah karısı Hürrem Sultan'dır.
Bazı kaynaklar, onun güzel değil, yakıcı bir seksapel sahibi olduğunu, buna mukabil, Kanuni'nin birinci gözdesi ve veliaht Şehzade Mustafa'nın anası Mahidevran'ın çok güzel bir kadın olduğunu söylüyorlar.
Bu yüzden iki kadın arasında bir rekabet baş gösteriyor. Padişahın annesi Hafize Sultan iki gelini arasındaki geçimsizliği bir müddet idare ediyorsa da Mahidevran, günün birinde, Hürrem'e hakaret ve saldırıda bulunuyor. Saçını, başını yoluyor; yüzünü, gözünü tırmalıyor. Bu hadise üzerine şehzadenin anası Amasya'ya, oğlunun yanına sürülüyor ve o zamana kadar Osmanlı Sarayı'nda adet değilken Padişah, Hürrem'le nikahlanıyor.
Hürrem de yaptıklarının cezasını hayatında belki çekecekti ama, ömrü vefa etmedi. 1558'de ölüverdi.
Kanuni zaten yaşlanmıştı. Mustafa, Bayezit, Cihangir gibi üç oğlunu gömen; Pargalı İbrahim Paşa, Kara Ahmet Paşa gibi iki vezirini öldürten Süleyman, Hürrem'in ölümü ile büsbütün ve kapkaranlık bir matem içinde kaldı.
Kanuni ise 69 yaşında olmasına rağmen, bu kadınlardan Gülfem Hatun adında birini ötekilerine tercih ediyor, göz yaşlarıyla ıstıraplarını bu kadının koynunda uyutmak ve unutmak istiyor. Geceleri yatak odasında onun tesellileriyle avunuyordu.
Gülfem Hatun, Üsküdar'da bir cami yaptırmak arzusuna kapılmış. Fakat parası yetmemiş. Ötekinden, berikinden borç para istemeye kalkışmış. Saray'daki kadınlar, zaten kendisinin Padişah'a bu yakınlığını çekemedikleri için, bu arzusuna dudak bükerek geçmişler. Yalnız bunlardan bir tanesi, Gülfem'in bu za'fından istifade etmek yolunu bulmuş ve ona:
- "Ben sana para bulurum, istediğin kadar para veririm sana, ama bir şartla"... demiş.
Şartı da şu: Padişah'ın yanında geçireceği gecenin hizmet nöbetini kendisine vermesi!.. Gülfem Hatun, caminin bitirilmesi ve kendi ismiyle anılması gibi masumane bir dileğinin bu kadar hainane bir şekilde aleyhine tecelli edebileceğini düşünememiş ve teklifi kabul etmiş.
Kanuni, o gece yatak odasında Gülfem'i beklemiş. Kapı açılıp da içeri bir başka cariyenin girdiğini görünce, evvela şaşırmış.
Ne vardı acaba? Gülfem hasta mıydı? Sebebini öğrenmek için kızı sıkıştırmış. Arada bir para işi bulunması fena halde hiddetini kamçılamış.
Visalini yirmi kese akçeye satan Gülfem Hatun'u çağırtıyor. Ağalarına gereken emri veriyor. Ertesi günü de sabahın alaca karanlığında Saray'ın alt katındaki Meyit Kapısı'ndan bir kadın cenazesi çıkıyordu.
Ölümünden sonra tamamlanmış olan, Üsküdar'daki Gülfem Cami'nin yanında bir de mektebi vardır. Mezar taşında ölüm tarihi ile birlikte «Sahibetülhayrat saide şehide Gülfem Hatun» cümlesi yazılıdır.
16'ncı asırda elçi olarak İstanbul'a gelen Busbecq, Hürrem'in büyü sayesinde Saray'da mevki sahibi olduğunu ve Padişah'ı nasıl kıskıvrak bağladığını mektuplarında anlatır. Zaten Osmanlı tarihinde yabancılar tarafından tanınan ilk Padişah karısı Hürrem Sultan'dır.
Bazı kaynaklar, onun güzel değil, yakıcı bir seksapel sahibi olduğunu, buna mukabil, Kanuni'nin birinci gözdesi ve veliaht Şehzade Mustafa'nın anası Mahidevran'ın çok güzel bir kadın olduğunu söylüyorlar.
Bu yüzden iki kadın arasında bir rekabet baş gösteriyor. Padişahın annesi Hafize Sultan iki gelini arasındaki geçimsizliği bir müddet idare ediyorsa da Mahidevran, günün birinde, Hürrem'e hakaret ve saldırıda bulunuyor. Saçını, başını yoluyor; yüzünü, gözünü tırmalıyor. Bu hadise üzerine şehzadenin anası Amasya'ya, oğlunun yanına sürülüyor ve o zamana kadar Osmanlı Sarayı'nda adet değilken Padişah, Hürrem'le nikahlanıyor.
Hürrem de yaptıklarının cezasını hayatında belki çekecekti ama, ömrü vefa etmedi. 1558'de ölüverdi.
Kanuni zaten yaşlanmıştı. Mustafa, Bayezit, Cihangir gibi üç oğlunu gömen; Pargalı İbrahim Paşa, Kara Ahmet Paşa gibi iki vezirini öldürten Süleyman, Hürrem'in ölümü ile büsbütün ve kapkaranlık bir matem içinde kaldı.
Kanuni ise 69 yaşında olmasına rağmen, bu kadınlardan Gülfem Hatun adında birini ötekilerine tercih ediyor, göz yaşlarıyla ıstıraplarını bu kadının koynunda uyutmak ve unutmak istiyor. Geceleri yatak odasında onun tesellileriyle avunuyordu.
Gülfem Hatun, Üsküdar'da bir cami yaptırmak arzusuna kapılmış. Fakat parası yetmemiş. Ötekinden, berikinden borç para istemeye kalkışmış. Saray'daki kadınlar, zaten kendisinin Padişah'a bu yakınlığını çekemedikleri için, bu arzusuna dudak bükerek geçmişler. Yalnız bunlardan bir tanesi, Gülfem'in bu za'fından istifade etmek yolunu bulmuş ve ona:
- "Ben sana para bulurum, istediğin kadar para veririm sana, ama bir şartla"... demiş.
Şartı da şu: Padişah'ın yanında geçireceği gecenin hizmet nöbetini kendisine vermesi!.. Gülfem Hatun, caminin bitirilmesi ve kendi ismiyle anılması gibi masumane bir dileğinin bu kadar hainane bir şekilde aleyhine tecelli edebileceğini düşünememiş ve teklifi kabul etmiş.
Kanuni, o gece yatak odasında Gülfem'i beklemiş. Kapı açılıp da içeri bir başka cariyenin girdiğini görünce, evvela şaşırmış.
Ne vardı acaba? Gülfem hasta mıydı? Sebebini öğrenmek için kızı sıkıştırmış. Arada bir para işi bulunması fena halde hiddetini kamçılamış.
Gülfem Hatun, o gece Topkapı Sarayı'nda işte bu koridorda öldürülmüştü. |
Visalini yirmi kese akçeye satan Gülfem Hatun'u çağırtıyor. Ağalarına gereken emri veriyor. Ertesi günü de sabahın alaca karanlığında Saray'ın alt katındaki Meyit Kapısı'ndan bir kadın cenazesi çıkıyordu.
Ölümünden sonra tamamlanmış olan, Üsküdar'daki Gülfem Cami'nin yanında bir de mektebi vardır. Mezar taşında ölüm tarihi ile birlikte «Sahibetülhayrat saide şehide Gülfem Hatun» cümlesi yazılıdır.
02:16
sabahtan
1992'de intihar eden bir dönemin ünlü dansözü Seher Şeniz, hayatına giren hiçbir erkekle aydınlıkta sevişemediğini söylemişti. |
14 Mayıs 1992'de onu evinde ölü buldular. Yüzlerce hap ve iki şişe viski içerek intihar etmişti. Geriye bir mektup bırakmıştı: "Nihayet bu iğrenç dünyadan gitmeyi başardım. Ölmenin, ölmeye çalışmanın bu kadar zor olduğunu söyleselerdi alay ederdim. 15 yaşında anladım insanların ne mal olduğunu. Ben fahişe olmak için yaratılmamışım, hassas ve duygusalım. Öldüğümü kimse bilmesin. Peruklarımı yakıp, küllerini savurun. Müslüman geleneklerine göre gömülmek istemiyorum. Beni beyaz bir bornoza sarıp her yerimi kapatın o kadar"
Seher Şeniz'in yaşam öyküsü böyle noktalanmıştı. Komşularına "Avrupa'ya gidiyorum" demiş ama ölüm yolculuğuna çıkmıştı. O sıra dışı kadınlardan biriydi. Karşımıza hep çıplak çıktı. Ama çıplaklıktan utandığını çok az kişi bildi.
02:00
sabahtan
Sonbahar ve kış aylarının vazgeçilmez şıklığının bir parçasıdır şal ve fularlar ayrıca soğuğa karşı en etkili korunma yoludur. Boynu sıcak tutmak amaçlanırken estetik bir görüntü sağlamak da mümkün.
2013 şal ve fular modasını kış aylarında şıklığınızı taçlandırmak için takip etmenizi tavsiye ediyoruz. Sade bir kıyafeti kullanacağınız fularla hareketlendirebilir, çok şık bir hale getirebilirsiniz. Şal ve fularlar bağlanış biçimlerine göre de modacılar tarafından farklı biçimlerde sergilenmekte, size alternatifler sunmaktalar. 2013 yılında leopar deseni ve capcanlı rengârenk şal ve fularlar mağazaların aksesuar stantlarında yerlerini almış durumdalar.
Püskül modası da hala hâkimiyetini sürdürmeye devam ediyor. Farklı kumaş veya triko fular ve şallar dokuması, desenleri ve özel el işçiliğiyle tasarımlarda yer alıyorlar. 2013 yıl şal ve fular modası renklerinden hangisini tercih edeceğiniz giysinizi tamamlayıcı olmasıyla ilişkilidir. Ancak ten renginizde önemlidir. Esmer tenli iseniz mor, pembe, sarı renkleri tercih etmelisiniz. Sarışın, buğday tenli iseniz lila, açık mor, gri, mavi, yeşil tonları, tozpembe renler size daha çok yakışacaktır.
Günümüzde erkeklerinde tercih ettiği bir aksesuar olmakla birlikte hala kadınların vazgeçilmezi olan fular ve şallar şıklığınızın tamamlayıcı unsurlardan biridir. Fular ve şalların geçmişi çok eskiye dayanmaktadır sadece renk ve bağlama stilleri konusunda değişiklikler gündeme gelmektedir. 2013 Şal ve fular modası trendleri arasından seçeceğiniz ürünlerle sizde kendi stilinizi yaratabilirsiniz.
00:58
sabahtan
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)